Bir kamp ateşinin etrafında otururken ısısını hissedebilir, yanan odun kokusunu alabilir ve ateşin çıtırdadığını duyabilirsiniz. Çok yaklaşırsanız gözlerinizi ve burun deliklerinizi yakar. Bitmeyen şekillerde hareket ediyor gibi görünürken o parlak ateşten gözlerinizi alamazsınız. Peki baktığınız bu şey aslında ne? Alevlerin katı olmadığı ortada, sıvı da değiller. Havayla olan etkileşimine bakınca gaza benziyorlar ama daha görünür ve daha uçucular. Bilimsel düzeyde ateş gazdan ayrılıyor çünkü gazlar aynı durumda sonsuza kadar kalabilirken ateş her zaman söner. Yanlış bir kanı da ateşin plazma olduğu, yani atomların elektronlardan ayrıldığı maddenin dördüncü hâli. Plazmalar ateşe benzer ama diğer madde türlerine benzemez, yani dünyada sabit bir durumda var olamazlar. Yalnızca gaz eletrik alanına maruz bırakılınca ya da binlerce veya yüz binlerce derece aşırı sıcağa maruz bırakılınca oluşurlar. Buna karşın odun veya kâğıt gibi yakıtlar birkaç yüz derece yanarlar; bir plazma için düşünülen eşiğin çok altında.

Yani ateş ne katı, ne sıvı, ne gaz, ne de plazma. Peki geriye ne kaldı? Anlaşılan o ki ateş madde bile değil. Ateş, yanma denilen kimyasal reaksiyona gösterdiğimiz duyusal deneyim. Bir bakıma ateş sonbaharda renkleri değişen yapraklar gibi, olgunlaşan bir meyvenin kokusu veya ateş böceğinin yanıp sönen ışığı gibi. Tüm bu duyusal ipuçları kimyasal bir tepkimeye işaret ediyor. Ateşi farklı kılan şey pek çok duyumuza aynı anda hitap etmesi, fiziksel bir şeyden beklediğimiz deneyimi bize canlandırması. Yanma, yakıt, ısı ve oksijen kullanarak duyusal bir deneyim yaratıyor. Bir kamp ateşinde odunlar alev alma ısısına ulaştığında hücrelerinin duvarı bozunuyor, şeker ve diğer molekülleri havaya salıyorlar. Sonra bu moleküller havadaki oksijenle reaksiyona giriyor ve karbondioksit ve su yaratıyor. Bu esnada odunlar içinde sıkışmış su buharlaşıyor, genişliyor ve odundan ayrılıyor, hoşumuza giden bir çıtırdamayla kaçıyor. Ateşin ısısı arttıkça yanmanın oluşturduğu karbondioksit ve su buharı genişliyor. İncelen bir sütun hâlinde yükselirken ateşlerin yoğunluğu azalıyor. Bu genişleme ve yükselmeye yer çekimi sebep oluyor, ateşe o kendine özgü incelmeyi veriyor. Yer çekimi olmadan moleküller yoğunluğa göre ayrılmaz ve alevler de tamamen farklı bir şekle sahip olurlar. Bunun hepsini görüyoruz çünkü yanma ayrıca ışık da yaratıyor. Moleküller ısındığında ışık salınımı yapıyor ve ışığın rengi de moleküllerin ısısına göre değişiyor. En sıcak alevler beyaz veya mavi. Bir ateş içindeki moleküllerin türü de alevlerin rengini etkileyen bir faktör. Örneğin odunlardan tepkimeye uğramamış tüm karbon atomları biz kamp ateşiyle ilgilendikçe alevlerle yükselen ve sarı-turuncu bir ışık yayan is bulutları oluşturuyor. Bakır, kalsiyum klorür ve potasyum gibi maddeler de bu karışıma kendi tonlarını eklerler. Renkli alevlerin yanı sıra, ateş yandıkça ısı üretmeye de devam eder. Yakıtın tutuşma derecesinde veya üstünde tutulmasıyla ısı korunur. Ancak sonunda en sıcak alevler bile yakıt ve oksijensiz kalır. İşte bu noktada alevler son kez ses çıkarır ve orada hiç olmamışlar gibi bir duman eşliğinde kaybolurlar.